Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme artık neye yarar?”
Bu
eşşiz mısraların ve daha nicelerinin sahibi Necip Fazıl. O, kendi poetikasını yazmış bir şair olarak değerlendiriliyor.
Modern Türk şiirinin dava ve fikir adamı kimliğiyle Türk düşünce hayatının baş
aktörlerinden. Onunla lise yıllarımda tanıştım.
Şiirlerinde hep kendimden bir şeyler buldum. O, yazdıklarıyla benim sorularımı
cevaplandırır gibiydi, çelişkilerimi çözümlüyor, içimi rahatlatıyordu. Lise
yıllarında henüz şekil ve istikrar kazanmamış siyasi görüşlerim, dine bakış
açım, maddiyat ve maneviyatın gündelik yaşantımdaki önem ve konumu Necip
Fazıl’ın şiirlerinde yön buluyordu. Bu büyük şair, elinde tuttuğu kalem ve
ruhunda taşıdığı yazma aşkıyla adeta beni besliyor, ruhumu dinginleştiriyordu.
Felsefe derslerinde arkadaşlarımla ateşli tartışmalara tutuştuğumuz irade-kader
çatışmasını, İslam dininde akılcılık ve teslimiyet çıkmazını, ırkçılık-
milliyetçilik ve dindarlık- bağnazlık gibi yıllardır üzerinde uzlaşılamayan kavramları
zihnimde netleştiren o oldu. Şiirlerinde ve diğer yazılarında insanlık, ölüm,
Allah, dava, aşk ve tabiat gibi konularda yönelttiği düşündürücü sorular, beni
kendi doğrularımı kendim arayıp bulmaya itti. Türk şairleri arasında bu yüzden
benim için yeri bambaşkadır Necip Fazıl’ın. Şiirlerini, romanlarını,
makalelerini, öykülerini bıkmadan usanmadan okurum, ağır diline ve zaman zaman
anlaşılması güç imalarına rağmen. Onu bilge bir hoca gibi görürüm, ancak
babamın bile her nasihatına kulak asmadığım gibi, Necip Fazıl’ın her dediğini de
hayatıma uyarlayamam. Yine de onun kaleminin mürekkebi elime yüzüme çıkmamacasına
bulaştı bir kere. Onun kaleminin tükenmeyen mürekkebi, felsefi dünyamın
topraklarına cansuyu oldu, ruhumu budaklandırdı.
Beni ve
daha birçok okuyucuyu derinden etkileyen değerli şairimiz Necip Fazıl da
gençlik döneminde birçok insandan etkilendi, kimi zaman onların yolundan gitti,
kimi zamansa kendi bildiği yoldan. Hayatı ve etkisinde kaldığı insanlar ise
genel hatlarıyla şöyle:
Necip
Fazıl, 26 Mayıs 1904 tarihinde İstanbul’da, Çemberlitaş’ta Sultanahmet’e doğru
inen sokakların birinde başı gövdesinden büyük ve
doktorların yaşamasına ihtimâl vermediği bir çocuk olarak doğdu. Eğitimli ve
sosyoekonomik statüsü yüksek bir ailenin çocuğuydu. Doğduğu
evi şiirlerinden birinde şöyle anlatıyor:
Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem!
Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem!
Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları,
Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam) da çığlıkları.
Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim;
Buyrun ve maktaından seyredin işte evim!
Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem!
Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları,
Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam) da çığlıkları.
Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim;
Buyrun ve maktaından seyredin işte evim!
Necip
Fazıl, çok yaramaz bir çocuktu. Babasının arabasının tekerleğiyle oynarken
arabanın altında kalıp kafasını yaralaması, konaklarının çamaşırhanesindeki
kireç kaymağını yemesi, babaannesinin piyanosuyla sürekli yırtıcı sesler
çıkarması onun yaramazlıklarından yalnızca birkaçı. Hatta Kafa Kağıdı adlı
eserinde; daha sedef kakmalı beşiğinde olduğu zamanlarında yaptığı
yaramazlıkları, hatta kustuğunu bile hatırladığını iddia ediyordu.
Okumayla
erken yaşlarda tanıştı, tutkulu bir okuyucu hâline geldi, ufkunu okumakla
genişletiyordu. Ancak mekteplerle ilişkisi çok da takdire şayan değildi.
Okuldan kaçıp ata biniyor, gezmeyi, eğlence parklarında dolaşmayı tercih
ediyordu. Kişisel veya ailevi sebeplerden ötürü defalarca okul değiştirdi. Felsefe
eğitimleri almasına, Harbiye’de 6 ay öğrenim görmesine ve daha sonra da 6 ay
yedek subaylık yapmasına karşın daha sonraları bankacılığa yöneldi. Yazmaya
başlamasının hikayesini ise şöyle anlattı:
Annem hastahanedeydi. Ziyaretine gitmiştim...
Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter...
Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde...
Haberi veren annem, bir ân gözlerimin içini tarayıp:
- Senin dedi; şair olmanı ne kadar isterdim!
Gözlerim, hastahane odasının penceresinde...
Savrulan kar ve uluyan rüzgâra karşı, içimden kararımı verdim:
- Şair olacağım! Ve oldum.
Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter...
Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde...
Haberi veren annem, bir ân gözlerimin içini tarayıp:
- Senin dedi; şair olmanı ne kadar isterdim!
Gözlerim, hastahane odasının penceresinde...
Savrulan kar ve uluyan rüzgâra karşı, içimden kararımı verdim:
- Şair olacağım! Ve oldum.
Aynı
zamanda 1916 yılında "Ne
oldumsa bu mektepte oldum" diyerek değerlendirdiği, Osmanlı İmparatorluğu’nun en iyi okullarından
biri olan Deniz Harp Okulu'na
imtihanla girdi. Bu okulda Türk
edebiyatının en önemli şairlerinden biri,olan Yahya Kemal
Beyatlı, büyük İslam alimi Ahmet Hamdi Aksekili, bir hitabet ustası olan Hamdullah Suphi
Tanrıöver gibi önemli
isimlerle tanıştı ve kaynaştı. Ayrıca “Aynı
Göğün İki Uzak Yıldızı” olarak nitelendirilen ve düşünce anlamında iki ayrı
kutup olan Necip Fazıl ile Nazım Hikmet bu dönemde aynı okuldaydı. Nazım
Hikmet, Necip Fazıl’dan iki dönem üstteydi ve aralarındaki atışma ile rekabetin
tohumları, ta o zamanlarda Türk şiirine kök salmaya başlamıştı.
Necip
Fazıl’ın çocukluk ve eğitim hayatından, edebi kişiliğine yol alırken, aslında
onun eğitim hayatının, gittiği farklı okullarda tanıştığı arkadaşlarının, aile
çevresinin büyük payı olduğunu görüyoruz. Örneğin şiir yazdığı ilk yıllarda,
şiirlerini bir defterde toparlayıp Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na veriyordu,
Karaosmanoğlu’nun beğendikleri Yeni Mecmua ve Anadolu Mecmuası’nda
yayınlanıyordu. Onun özel hayatı ile edebi kişiliği iç içe geçmişti ve her daim
düşünce yapısı şiirlerinde kendini belli ediyordu. Ona göre şiirde fikir ve
duyum ön plandaydı. Sanatın nasıl ve niçiniyle uğraşacak ve onu böylece bir
bütün olarak yaratabilecekti. Ozanlık, “Ruh burkuntuları, metafizik ürpertiler
içinde mutlak hakikati arama işidir” diyordu. Kendisi deli dolu dönemlerinden
olgunluğa, yetişkinliğe ulaşırken, şiirleri de onunla birlikte serpilip yol
katetti. O, modern Türk şiirinin mistik şairi oldu. Kitaplarının sayısı yüze
yakın: Öykü, oyun,, şiir, makale, deneme, eleştri, biyografi türünde birçok
eser verdi. Ancak en çok şair olarak ön plana çıktı. Merdivenler, Sakarya
Türküsü, Çile gibi bazı şiirleri uzun yıllar dillerde dolaştı ve hala dolaşmaya
devam ediyor. Aynı zamanda halk
şiirimizin öz ve biçim yapısından yararlandı ve halk şiirimize Batılı, modern
bir özellik kazandırdı. Divan, halk, Tanzimat ve batı edebiyatlarına fazlasıyla
hakim olduğundan, akımları birbirine bağlamak, sentezlemek onun . için zor bir iş değildi.
Necip Fazıl’ı şiirleri
yönünden inceleyecek olursak, birçok şiir kitabı yazmasına rağmen elimizdeki
kendisinin kabul ettiği tek kaynak “Çile” adlı kitabı. Bu şiir kitabında tüm şiirlerini ayıkladı,
düzenledi, sıraladı, altmış yıllık şiir serüvenini bu kitapta en öz haliyle
birleştirdi. O, şiirlerini sahip olduğu bir mülk gibi, kendisini de mal sahibi
olarak görüyordu. Kimi şiirlerini benimsemiyor, onlarla bağını koparmak
istiyordu çünkü. Böyle şiirleri için “Mal sahibi bensem, bunları istemediğim,
tanımadığım ve çöplüğe attığım bilinsin…” diyordu ve ekliyordu: “İşte şiir
kitabım, bu, hepsi bu kadar; ve bu kitaba gelinceye dek başka hiçbir şiir,
bana, adıma ve ruhuma mal edilemez.” Bu açıdan, “Çile”, Necip Fazıl için çok
önemliydi, çünkü onun tüm şiirlerini içinde barındıran ince elenip sık dokunmuş
bir kitap.
“Çile” adlı kitabında üstad şiirlerini konularına göre ayırdı. Allah, İnsan, Ölüm, Şehir, Tabiat, Kadın,
Korku, Gurbet, Hafakan, Ukde, Tecrit, Kahramanlar, Dava ve Cemiyet gibi birkaçı
hariç sıradan temaları işliyor. Her tema için şiir sayısı on ile kırk arasında
değişiyor. Bazı temaları doğaüstü ve tamamen hayali karakterlerle işliyor,
fakat bazı şiirlerinde de öylesine gerçekçi ki kendi düşünce ve doğrularını tüm
gerçekliğiyle insanın yüzüne haykırırcasına vurguladı.
Biçim yönünden, Necip Fazıl, ilk şiirlerinde
çevresindekilerden de etkilenerek aruz ölçüsü kullandı. Daha sonraları halk ve
tekke şiirimizin etkileriyle farklı hece ölçüleri denemeleri yaptı. Bu özgünlük
denemelerine rağmen şunları söyler: “Ben şiirde nizamın taraftarıyım. Asla
serbest nazma taraftar değilim. O bir mide gurultusudur. İnsanlar helada
düşündüklerini alt alta yazıyorlar adına şiir diyorlar. Hayır! Nizam mevzubahis
olunca da hangi nizam olabilir? Ya aruz, ya hece. Aruzda bir esaret vardır.
Ahenge esaret…” Buradan anlayabiliyoruz
ki o sanat kaygısı güder ve ona göre şiir duygu ve düşüncelerin harmanlanıp
şiir kalıbında, sanat kaygısıyla dillendirilmesidir. Ama aynı zamanda ona göre şiir toplumun his ve fikir hayatını yansıtmalıdır. Bu yönüyle de halk sanat için sanat
ve toplum için sanat anlayışları arasında hangi tarafa daha yakın olduğunu net
bir şekilde ortaya koymaz.
Onun şiirinde halk şiirimizden koşmalar,
destan, semai ve türkü; divan şiirinden gazel, kaside ve Fransız şiirinden sone
örnekleri görüyoruz. Bir de Büyük Doğu Marşı adlı bir marş görüyoruz. Şiirlerin
uyak düzeniyle ve dizelerin uzunluğuyla oynayarak farklı özgün şiirler
türetmiştir fakat bu tip şiirleri genelde iki- üç mısradan oluşmaktadır. Ayrıca
makalelerinin, oyunlarının, romanlarının dili çok ağır olmasına karşın,
şiirleri genellikle fazla yabancı sözcük içermez ve dil açısından kolay
anlaşılabilir şiirlerdir. Ek olarak, söz sanatları yönünden onun şiirlerinin
hemen hemen hepsi bir hazinedir. Deyim ve atasözleriyle kimi zaman şiirlerini
daha etkili ve akıcı hale getirmiştir. Örneğin “Manzara” adlı şiirinde, “Bütün
manzara ucuz bir dekor muşambası / Kurtuluş günü çıkmaz ayın son çarşambası…” diyerek “çıkmaz ayın son çarşambası” deyimini
yerli yerince kullanarak, anlatımını okuyucuya daha çok hitap eder hale
getirmiştir.
Necip Fazıl hakkında söylenenler, onun
birçok insanı derinden etkilediğini gözler önüne seriyor. O sadece Türkiye’de
değil, dünyaca okunan bir düşünce adamı.
Eserleri pek çok dile çevriliyor ve okuyanlar hayranlıklarını gizlemiyor.
Behçet Necatigil şöyle diyor Necip Fazıl için:
“Tekke şiirimizin verilerini modern
Fransız şiiri ölçüleriyle değerlendiren, şiirlerinde soyut insanın evrendeki
yerini araştıran; madde ve ruh problemlerini, iç alemin gizli duygu ve
tutkularını dile getiren Necip Fazıl; dinç ve oturmuş bir dil, mazbut ve sağlam
bir teknikle yazdı.”
Türkiye- Pakistan arasında resmi
çevirmen olarak görev yapan, aynı zamanda değerli bir yazar olan Colonel Masud
Akhtar Shaikh, Necip Fazıl için şunları söylüyor::
“Tanrı tarafından okyanus derinliğinde
bilgiyle donatılan bu Türk dahisinin akıl sır ermeyen bilgeliğinden yararlanan
ilk ve tek Pakistanlı olmak benim için ne eşsiz bir onur. Necip Fazıl’ın bu çok
geniş kitap koleksiyonundan faydalandığım için kendimi çok ayrıcalıklı
hissediyorum. […] Onun yalnızca birkaç kitabını bile berrak bir zihinle okumak,
beni metaformoza uğratıyor.”
Dr.
Mehmet Güneş, 20. Asrın Çile Harmanı adlı dergi yazısında şairimiz için şunları
söylüyor:
“O, Türkçe’yi emsâlsiz bir mahâretle
kullanan, kelimeleri bir kuyumcu titizliliğiyle işleyip taçlandıran, infilâk
hâlindeki yanardağlar gibi için için yanan, rûhu fırtınalı ummanlar gibi
dalgalanan, engin muhayyilesiyle has şiirin şafağına dayanan ve “her mısraı bir
şiir mecmuası” olan “Şâirler Sultânı”ydı… O, çölleşen fikir dünyamıza
düşünceleriyle hayat veren, kandilleri sönmeye yüz tutmuş bir kubbenin rûhunu
kalemiyle ateşleyen, kendimize ait mukaddes rüyâları görmemiz için “küllî bir
tefekkür şuuru” oluşturmayı hedefleyen ve yeniden câmi merkezli bir medeniyet
inşâ etmeyi gâye edinen eşsiz bir mütefekkirdi. O, mücerredi müşahhas
sembollerle ifâde eden anlatım biçimiyle nesri canlandıran, makâlelerini
çarpıcı cümlelerle şâha kaldıran ve müthiş hitabetiyle kitleleri
heyecanlandıran muazzam bir kalem ve kelâm ustasıydı… “
Dr. İhsan Alperen, Büyük Doğu’nun
Düşünürü adlı makalesinde Necip Fazıl’dan övgü dolu sözlerle bahsediyor:
“Evrensel ve millî düşünce perspektifini
zihin ve gönül dünyasında fıtratın hamulesiyle yoğurup insanımıza servis yapan
büyük insan… Keskin ve kıvrak bir zekâ… XX. yüzyılın yüz akı…Yaşarken her
fâniye nasip olmayacak bir şekilde kıymeti bilinen, herkesin tanıdığı, bildiği,
sözüne sohbetine itibar ettiği,düşüncelerinden istifade ettiği fakat vefatından
sonra sanki unutturulmak istenen büyük aksiyon adamı…Ender insana nasip olacak
derecede güçlü bir kalem sahibi… Kitapları, Büyük Doğu’su ve gazete yazıları
hasretle beklenen büyük yazar…”
Düşünce, Kültür ve Edebiyat dergisi olan
ve günümüzde de büyük bir okuyucu kitlesini kendisine bağlayan Ay Vakti Dergisi’nin
105. Sayısında ise Necip Fazıl’ı okuyan
gençler talihli olarak değerlendiriliyor, onun kitaplarını okumanın ve onu
derinlemesine anlamanın önemi vurgulanıyor:
“Ben sizleri üniversiteli gençler olarak
gerçekten talihli buluyorum. Bu çağda yaşayıp da, Necip Fazıl’dan habersiz bir
Türk genci olmak gerçekten acınacak bir durum. Çünkü Necip Fazıl hakikaten çok
farklı ufuklara götürüyor insanı. Bir akşamüzeri Çetin Altan’a şöyle bir şey
söylemiş, o da bunu 40 yıl unutamamış: “Kanatlarım ufuklara çarpa çarpa
kanıyor, beni kimseler anlamıyor!” […] Cumhuriyet, belki de rejimler içerisinde
İslam’a ve Türk kültürüne en uygun idarî yapıdır. Ama bunun Pozitivizmle,
Rasyonalizmle ve Aydınlanma düşüncesiyle oluşturulması şart mıydı? Bu hayatî
soruyu sormamız lazım.Bu soruyu dünyada ilk kez çok kuvvetli bir şekilde
sorabilen ve alabildiğine muhasebesini yaparak ortaya koyan düşünür Necip
Fazıl’dır. Aydınlanma düşüncesi yerine vahyin ışığında alternatif bir başka
yaşama biçiminin, “Bugünküne mazi, yarınkine istikbal” diye ifade edildiğini
görüyoruz.
Necip Fazıl’ın bütün eserlerinde,
şiirlerinden tiyatrolarına, yazılarından tarih muhasebesine kadar hepsinde bu
var. Bu bakımdan Necip Fazıl, kendi çağının tarihteki en önemli dördüncü
örneğidir. Ötekiler de Sokrates, İmamı Gazali ve Descartes’tir; bunların hepsi
de diyalektik sorgulamacıdır.
[…]
Zaman zaman Necip Fazıl ile Nazım
Hikmet’i karşılaştırırlar. Hâlbuki Nâzım, Ârif Nihat Asya gibi, o seviyede bir
şairdir. Ârif Nihat Asya, Osmanlı-Selçuklu sentezi bir Türk-İslam dünya
görüşünün propagandasını yapar, Nazım Hikmet ise Sosyalizm ve Marksizm’in
Sovyet yorumunun propagandasını yapar. Necip Fazıl’ın yorumu kendine özgü
tasavvufi İslam anlayışı ile İmamı Gazali’de bir kök bulur. Onu maziden alıp
istikbale getirir. Yunus’tan bugüne evliya şairlerin benimsediği tarih şuuru,
kendine özgü bir hürriyet anlayışı vardır. Necip Fazıl, ne Yahya Kemal gibi
Osmanlı yorumunu, ne Mehmet Âkif gibi Selefi yorumu kabul edip bunu tebliğ etmez.
O hep kendine özgüdür…”
Yazımı iki
güzel fıkrayla yazımı sonlandırmak istiyorum. Bu fıkralarda Necip Fazıl’ın
tarafındayım. Birgün Nazım Hikmet biyografisi yazarsam, o yazıyı takip eden
fıkralar da Nazım’ın tarafını tutacak. Çünkü iki yazar da öylesine büyük ki,
büyüklüklerini kıyaslamak bize düşmez.
Necip Fazıl'la Nazım Hikmet'in
kaldıkları hapishanede, tek kişinin geçebileceği bir koridor varmış. Koridordan Necip Fazıl geçerken karşıdan Nazım
Hikmet de geliyormuş. Yaklaştıklarında Nazım Hikmet: "Ben Köpeklere yol vermem"
demiş.
Sukunetini koruyan Üstad ise kenara çekilerek "Ben yol veririm." demiş....
Sukunetini koruyan Üstad ise kenara çekilerek "Ben yol veririm." demiş....
Nazım Hikmet ve Necip Fazıl Ramazan
ayında arabayla gidiyorlarmış. Tabii Necip Fazıl oruç ama Nazım Hikmet değil. Nazım Hikmet Necip Fazıl ile dalga geçmek için
yolun kenarındaki zayıf bir ineği işaret ederek Necip Fazıl'a demiş ki:
-'Şunun haline bak,oruç tutmaktan ne hale gelmiş'
Necip üstad altta kalır mı hemen cevabı yapıştırmış:
-'Aaa Nazım sen bilmiyormusun hayvanlar oruç tutmaz..
-'Şunun haline bak,oruç tutmaktan ne hale gelmiş'
Necip üstad altta kalır mı hemen cevabı yapıştırmış:
-'Aaa Nazım sen bilmiyormusun hayvanlar oruç tutmaz..